Sokaktan Saraya Osmanlıda Kurban Bayramı
Sokaktan Saraya Osmanlı'da Kurban Bayramı
Merhabalar, bu yazımda sizleri günümüzden alıp Osmanlı dönemi kurban bayramına götürmek istiyorum.
Müslüman ülkelerde, Allah'a yaklaşmak ve O'nun rızasına ermek niyetiyle hayvanların kurban edildiği 4 günlük Kurban Bayramı, Osmanlı döneminde çeşitli adet ve geleneklere göre kutlanıyordu.
Devletin ileri gelenlerinin (ekabir) konaklarında Kurban Bayramı merasimleri kapsamında zilhicce ayı (kurbanın kesildiği ay) yaklaşınca hane sahibinin kendisine olduğu kadar eşi, çocukları, vefat etmiş anne ve babası için güçlü ve büyük birer koyun alınırdı. Bu koyunların en az 3-5 gün konağın ahır kısmında besletilip, koyunların dişi (marya) olmamasına, gözlerinin sağlam, boynuzlarının kırık veya organlarının eksik bulunmamasına dikkat edilirdi. Hane sahibinin bir tekkeye mensup olması durumunda oraya da adak adıyla gereği kadar kurbanlık gönderilir, hatta kendisinin ve çocuklarının hocalarına, ebelerine, dadılarına biri kendisi, öbürü hanımı adına birer çift koyun gönderenler olurdu.
Kurbanlıkların yıkanıp, tüylerinin taranır, boynuzlarının zeytinyağıyla yağlanır, temiz otlar üstüne yatırılarak bayram gününe kadar özenle beslenilir, bayramdan sonra evlenecek gelin veya damadın koyunlarının boynuzları sarı altın varaklarla süslenir, tüylerinin üç beş yerine kurdele bağlanır, özel adamlarla evlerine gönderilirdi. Kurdelenin diğerlerinden ayırt etmek için ölülerin ruhlarına kesilecek kurbanlıklara takılırdı. Kurbanı keserken beline yeni ipekli futa (önlük) kuşanan hane sahibine, özel olarak bileylenmiş bıçağı çok önceden hazır edilirdi. Şimdilerde ihmal ettiğimiz hayvanın gözlerini bağlamak, kurban kesme işleminin ayrılmaz bir parçasıydı. Bu iş için özel olarak 5-10 parça astar hazırlanırdı. Nihayet arife günü, ölmüşlerin ruhlarına kurbanlar kesilerek bayrama giriş yapılırdı. Hane sahibi vekaletini verdikten sonra tekbir getirilerek kurbanlar kesilir ve her kesimden sonra tek tek kendisi adına kurban kesilen kişinin ruhuna Fatiha gönderilirdi. Tabii bu ön kurbanların eti o hanede yenmez, hepsi fakir fukaraya dağıtılırdı. Kurban etlerinin üç parçaya bölünüp, bir parçanın eve ayrılır, diğer iki parçanın da medrese talebelerine, karakoldaki askerlere, dul ve kimsesiz kadınlara, bekçilere, tulumbacılara dağıtılırdı.
TURUNÇ REÇELLİ BAYRAMLAR
Paşa olan hane sahibinin padişahla resmi bayramlaşma (muayede) törenine katılmak zorunda olduğundan bayram namazını padişahın gittiği camide kılardı. Paşa değilse, mahalle camisinde kılınan namazdan sonra doğru evinin bahçesine gelir, kurbanlıklar için kazılmış çukurların başındaki buhurdanlıklardan tüten ve kan kokusunu bastırmaya yarayan güzel kokular arasında tekbir getirerek kurbanını ya bizzat keser veya başka birisine toptan değil, teker teker isimlerini sayarak vekalet verirdi. İlk kesilen kurbanın kanından evin en küçük çocuğunun alnına sürülmesi ve postunun tekkeye yollanması adettendi. Kurban kesim işlemleri bittikten sonra hane sahibi konağa döner ve iki rekat şükür namazı kıldıktan sonra asıl bayramlaşmaya geçilirdi.
Bazı misafirlerin ziyaretlerini yemek vakitlerine denk getirmemeye özen gösterilirdi. Aşırı et tüketimi yüzünden bozulmaya meyyal sindirim sistemini düzeltmek için sofrada tatlı olarak muhakkak turunç reçeli bulundurulurdu.
İLK KOÇU BİZZAT PADİŞAH KESERDİ
Topkapı Sarayı'nda Arife günü padişah ikindi namazını Hırka-i Saadet dairesinde kıldıktan sonra Arz Odasına gelerek sedef tahtına otururdu. Önce davullar, ardından da mehter takımı çalınırdı.
Saray ağalarının sultanın huzurunda tomak oyunu oynayıp üzerlerine çil paralar serpilirdi, padişahın daha sonra sonra hareme geçmesiyle bayram hazırlıkları başlardı.
Bayram sabahı padişahın Arz Odasını şereflendirmesiyle sarayda bayram başlamış olurdu. Bayram namazı Sultanahmet Camisi'nde eda edildikten sonra Hırka-i Sadet Dairesinin kapısının yanında yaklaşık 40 koç kurban edilir ve ilk koçu bizzat padişah keserdi. Ardından resmi bayramlaşmaya geçilirdi. Mehter nevbet vurmaya başlayınca Enderun ağalarından başlayarak herkes sıraya girip tahtında oturan padişahın bayramını kutlardı. Daha sonra padişahın Beyazıt'ta bugünkü İstanbul Üniversitesinin bahçesinde bulunan Eski Saray'a gittiğini ve orada kalan yaşlı harem kadınlarına ve harem ağalarına bağışlarda bulunduğunu biliyoruz. Bu arada baltacılar da ihsandan nasiplenmek için tomak oyununu oynayıp padişahı eğlendirirler ve çil çil altınlar onların da üzerine yağardı.
BAYRAMLARDA ÇOCUK OLMAK
Bayramlarda zengin konaklarında çocuklara harçlığın yanında mendil verilmezdi.
Kibar çocuklarının bayram kapıları da son derece renklidir. Lalalarıyla beraber uzun bir bayram gezmesine çıkan çocuklar, akrabalar haricinde ebelerine, öğretmenlerine gider, evde özel olarak süslü sepet ve kutulara konularak hazırlanmış şekerleri hediye olarak götürürlerdi. O zamanlar mendil 'halktan' çocukların hediyesiymiş. Fatih Camii avlusu, Unkapanı, Kadırga'daki Cinci Meydanı, Davutpaşa, Eğrikapı ve diğer meydanlar sallanan beşiklere, kolan salıncaklara, dönme dolaplara, atlı karacalara ev sahipliği ederdi. Erkek çocuklar ata binmeyi, kızlar ise öküz veya at koşulmuş etrafı açık, tepesi kırmızı ihramla örtülü arabalarda mahalleleri gezmeyi tercih ederlerdi. Tabii bu arada rengarenk kuş lokumları, 'çıngırdak' ve horoz şekerleriyle ağızlar tatlandırılır, simitçiler, anasonlu gevrekçiler ve çalabora denilen şerbetçiler ziyaret edilirdi.
BAYRAM, KÜÇÜK MEMUR İÇİN EKONOMİK YIKIM OLUYORDU
Bürokratlar ve devlet görevlileri de bayramlaşma merasiminde bulunurdu. Buna 'devr-i ebvab' denilirdi, yani kapı kapı dolaşma. Devrin en büyük ricalinden en küçüğüne kadar bayramlaşmaya gitmek şarttı. Herhangi birisi atladığında cezası vardı. Bu yüzden bayramlarda, özellikle İstanbul'da memurlar yollara dizilir, gelirlerinden hatırı sayılır bir kısmını yol parası olarak harcarlardı. Tabii gittikleri yerlerde dağıtılan bahşişler de cabası. Böylece bayram, küçük memurlar için tam anlamıyla bir ekonomik yıkım oluyordu. Aynı şekilde üst düzey yöneticiler de, bu defa 'misafir ağırlayacağım' diye yüksek meblağlarda borca giriyor, sonra da bu borcu kapamak için uğraşıyorlardı. Özellikle Ramazan Bayramında tükenen bütçeyle Kurban Bayramına girmek memur kesimini bunaltırdı.
Sultan Abdülmecid'in 1845 yılında resmi bir bildiri yayınlayarak devlet memurlarını bu durumdan kurtarmıştır. Memurlar bundan sonra yalnız sarayda yapılacak törende hazır bulunmakla yükümlüydüler. Yani bir bakıma bayramlaşma resmen yasaklanmıştı. Bu da Osmanlı yönetiminin artık geleneksel (kadim) saray adetlerinden vazgeçmeye başladığı anlamına geliyordu. Bir ara 2.Abdülhamid bayramlaşma işine eski ciddiyetini kazandırmaya çalışmışsa da, o eski düzeni bir daha geri getirememiştir.
Görüldüğü üzere sevgili okurlar, günümüzde sadece kurban bayramı değil diğer bayramların da güzellikler içerisinde, dolu dolu yaşanması için geçmişimizi unutmamamız gerekir.
Dergiye Geri Dön
Araştırmacı : Gökmen AKBAŞ