Habil ile Kabil
TOPRAĞA DÜŞEN İLK KAN
Hz. Adem (as) ve Havva yasak meyveyi yedikten sonra yeryüzünde ayrı ayrı yerlere indirildiler. Cennet gibi bir hayattan daha zor şartların hüküm sürdüğü bir dünya hayatı yaşamaya başladılar. Yaptıkları hatadan dolayı Allahü Teâlâ’dan özür dileyip senelerce üzüntü içinde af ve mağfiret dileyerek ibadette bulundular. Cenab-ı Hak tövbelerini kabul edip onları Mekke civarında; Arafat’ta buluşturdu. Onlar için yeryüzünde rızıklar yarattı. Toprağı, suyu onların hizmetine verdi. Hayvanlardan nasıl istifade edileceğini onlara öğretti. Semadan yağmuru, yerden pınarları onlar için akıttı. Böylece Allah vaadini yerine getirmiş, semayı ve yeri ve içindekileri onlara ihsan etmiş, böylece yeryüzünde halife olarak onları tayin etmişti.
Sıra Adem neslinin çoğalmasına gelmişti. Peki, ilk üreme süreci nasıl olacaktı? O zaman yeryüzünde tek bir anne ve tek bir baba olduğuna göre kardeş durumunda nasıl bir evlilik vuku bulacaktı?
Hz. Adem ile Hz. Havva’nın buluşmalarından sonra, insan nesli süratle çoğalmaya başladı. Havva annemiz her doğumda biri erkek, biri de kız olmak üzere, ikiz doğuruyordu. İlk doğumdan olan erkek çocuğa Kabil adını vermişlerdi. Daha sonraki doğumdan olan erkek çocuğun ismi ise Habil idi. Sinirli ve kıskanç bir yapıda olan Kabil, tarla işlerine bahçeye ve ağaçların bakımına yardım ediyordu. Kardeşinin aksine yumuşak huylu ve sakin bir çocuk olan Habil ise, hayvanların bakımı işiyle uğraşıyordu. Kız kardeşler ise evde annelerine yardım ediyorlardı.
Allah bir batından gelen erkek ile kızın, bir başka batından gelenlerle evlenmesini emretti. (İnsan neslinin çoğalması için, önceleri kardeşler arasında evlenme yasak edilmemişti. Yine de birlikte doğan, kız ve erkek çocuklar birbiriyle evlenemiyor, bir önceki ya da bir sonraki çocuklar birbirleriyle evlenebiliyorlardı. Zamanla insanların çoğalması belli bir seviyeye gelince, Hz. Nuh döneminde, bu duruma bir son verilip bu durum yasaklandı.)
Habil'in alacağı kız, yani Aklima, Kabil'in alacağı kızdan daha güzeldi. Öteden beri Habil'i kıskanan Kabil bu durumu kabul etmiyordu. Hz. Adem bunun yasak olduğunu, Allah'ın emrinin diğer kız ile, yani Habil'in ikizi ile evlenmesi gerektiğini ona bildirdi. Kabil ise arzu ve isteğinde ısrar edince duruma Kudret-i İlahinin hüküm vermesi yönünde tavsiyelerde bulundu. Bu noktada Habil ve Kabil Allah'a kurban adayacaklar, kimin kurbanı kabul edilirse Allah onun için olumlu bir cevap vermiş olacaktı.Habil kurban için koyunlarından en güzelini seçmişti. Yüce Allah'a ancak böyle iyi bir kurbanı takdim edebilirdi. Kabil ise uzun süre düşünüp taşındıktan sonra, kurban olarak bir tutam buğday takdim etmeyi uygun görmüştü. O zamanlarda, Yüce Allah kabul ettiği kurbana bir ateş gönderip onu yakar, kabul olmayan kurban ise olduğu gibi kalırdı. Bu adet Benî İsrail zamanına kadar devam etmiş, daha sonra Allahü Teâlâ tarafından kaldırılmıştı.
Her iki kardeş, kurbanlarını götürüp yüksek bir tepede yan yana koymuşlardı. Ertesi gün gidip baktıkları zaman, Habil'in kurbanının yanmış olduğunu gördüler. Bunun üzerine kıskançlık duyguları daha da kabaran Kabil iyice köpürmüş, babası ile annesini suçlamaya başlamıştı. O gece hiç uyumamıştı. Gece boyunca hep Habil'i nasıl öldüreceğini tasarlayıp durmuştu. Habil koyunları otlatmak için uzaklara gittiğinde, gizlice peşinden gidip, onu münasip bir yerde kıstıracaktı.
Ertesi gün geldiğinde, Habil yine her zamanki gibi koyunları otlatmak için dağlara çıkmıştı. Şeytan ise Kabil ile beraberdi. Kabil'e kardeşini öldürmesi için uyarılar yapıyordu. Kabil bu sese uyarak, gizlice kardeşini takip etmeye başlamıştı.
Habil her zamanki yerde hayvanları serbest bırakıp bir ağacın gölgeliğinde istirahate çekilmişti. Arkasındaki hışırtı ile irkilen Habil, geriye döndüğünde ağabeyi Kabil ile göz göze gelmişti. Kabil burnundan soluyor, gözlerinden kin ve nefret pırıltıları saçıyordu. Habil, Yüce Allah'ın yardımıyla onun niyetini anlamıştı.
- Ey Kabil niyetini anlıyorum. Yapmak istediğin Yüce Allah'ın buyruğuna karşı gelmektir. Yemin ederim ki öldürmek için elini bana uzatsan dahi, ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Çünkü ben, kâinatın Rabbi olan Allah'tan korkarım.
Habil, Kabil'den daha güçlü ve kuvvetli olduğu halde, ağabeyine karşı gelmek istemiyordu. Çünkü o Allah'tan korkuyordu. Onun bu hali Kabil'i daha da öfkelendiriyor, kıskançlık damarlarını daha da kabartıyordu. Habil'in umursamaz bir tavırla oradan uzaklaşmak istemesi sonucunda hiddete kapılan Kabil, yerden bir taş alıp kardeşinin kafasına hızla vurdu. Canı yanan Habil yere düştükten sonra, yine Kabil'e el kaldırmamıştı. Bunu fırsat bilen Kabil, elindeki taş ile kardeşi Habil'in kafasına vurmaya devam etti. Şeytan galip gelmişti. Kabil'in aklını başından alıp çılgına döndürmüştü bir defa. Böylece toprağa düşen ilk kan, yeryüzündeki ilk cinayetin habercisi olmuştu. Habil'in Kabil'e acıyan gözlerle bakması bile Kabil'i durdurmaya yetmemişti. Aldığı darbeler sonucu Habil ruhunu teslim etmişti.
Uzun süre kardeşinin cesedi başından ayrılmayan Kabil, sanki donup kalmıştı. Bir türlü hareket edemiyor, ne yapacağını bilemiyordu. Deminden beri kendisine yol gösteren şeytandan ses seda gelmiyordu artık. Ne yapacağını ne edeceğini bilemeden uzun süre öylece kalakaldı. Gün gittikçe çekiliyor, gölgeler ise uzuyordu. Panik içindeki Kabil donuk gözlerle etrafı süzüyorken, birden bir karganın gagası ile toprağı eşelediğini farketti.
Karga bir müddet toprağı kazdıktan sonra yanıbaşındaki karga ölüsünü iterek açtığı çukura atmış, sonrada toprakla üstünü örtmeye başlamıştı.
Yerinden doğrulurken: "Yazıklar olsun, bir karga kadar bile olamadım." diye fısıldayıverdi. Hemen, sert bir ağaç parçası bularak, yumuşak toprağı kazmaya başladı. Bu sırada Hz. Adem ile Hz. Havva, çocuklarının gelmediğini görünce onları aramaya koyulup Habil'in hayvanları otlattığı yere doğru yola çıktılar.
Çocuklarına seslenerek olay yerine doğru ilerleyen Hz. Adem, birden Kabil'in panik içinde kaçtığını görünce hızla oraya gitti. Yerde kan lekeleri ve örtülmüş toprağı görünce Habil'in başına gelenleri anladı. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Kabil'in ardından "Kardeşine ne yaptın?" diye bağırıp duruyordu.
Korkudan ne yaptığını bilemeyen Kabil kaçmaya devam ediyordu. Yeryüzünde şeytana uyan, ilk insan olan Kabil, babasının bedduasını duymuyordu bile.
-Ey Kabil hiç bir zaman rahat yüzü görme. Sen artık istenmeyen lanetli bir insansın!
Üzüntü içinde evine dönen Hz. Adem olup bitenleri güçlükle anlatmıştı ailesine. Herkes üzüntüsünden kahrolmuştu. Artık kendine yer olmadığını bilen Kabil, kız kardeşini de alarak evi terketmişti. Kendisinden bir daha da haber alınamadı.
Habil’in ölümünden beş yıl sonra Şit (a.s) dünyaya geldi. Şit (a.s) Adem’in bir nebze olsa üzüntüsünü almıştı çünkü O nur, O’nun alnında parlıyordu.
Artık Adem(a.s)’in ahir ömrü yaklaşmış ve hastalanmıştı. Şit (a.s)’a vasiyet etti:
- Oğlum şu beş şeyi unutma; Dünya fani, her işin sonunu nereye varacağını düşün sonra işe koyul.. Bir işe başladığında kalbine sıkıntı hâsıl olursa işi bırak. İstişare ederek işlerini halletme yolunu tercih et, kadın sözüyle hareket etme.
Hz. Adem son maddede geçen kadın sözüyle hareket etme vasiyeti ile belli ki Cennet yurdundan Havva annemizin telkinine kapılmanın bedelini ağır ödemesinin tesiri olmuş.
En son oğluna:
- Ey Şit! Hak yol üzere ol, deyip ruhunu teslim etti.
İlk insan aynı zamanda ilk peygamber olarak bu dünyadan göç ettikten sonra Şit (a.s) ikinci peygamber olarak yoluna devam etti.
İlk kan, ilk kardeş katili. Böylece dünyanın gidişatı iki kutup üzerine cereyan etti. Habil merhametin, güzelin, iyiliğin kutbu; Kabil ise kötülüğün, fesadın kutbu oldu. Adem (a.s) üzülse de, dünya var oldukça hem kötüler hem de iyiler bu sahnede yerini aldı ve almaya da devam edecek.
KAYNAKLAR
1.Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,26. cilt
2.Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Mehmet Aydın,2005
3.KURAN-I Kerimi Anlamak, Halil Ünsal NAMAZCI,
4.Kur'andan Öğütler, Diyanet İşleri Başkanlığı
Araştırmacı : Kübra ÖZ