Hilye-i Saadet- Sevgili Peygamberimizin Görünüşü
Hilye-i Saadet
Sevgili Peygamberimizin Görünüşü
(Peygamberimizin görünüşü)
Eshâbına nasihatdan sonra
Fahr-i âlem dedi, benden sonra,
Hilye-i pâkimi, görse biri
Olur o, yüzümü görmüş gibi,
Gördükde, hubbu hâsıl olsa,
Ya'nî hüsnüme âşık olsa,
Beni görmeği etse arzu
Kalbi, sevgimle olsa dolu.
Cehennem olur, ona haram,
Rabbim, Cenneti eder ikram,
Dahî, hasretmez çıplak ânı Hak,
Olur gufranına, Hakkın mülhak.
Denildi ki, hilye-i Resûli,
Severek yazsa, birinin eli
Eder Hak, onu korkudan emîn,
Belâ ile dolsa, rûy-i zemin,
Hastalık görmez, dünyâda teni,
Ağrı çekmez hiç, bütün bedeni.
Günâh etmiş ise de, bu adam,
Cehennem cismine, olur haram,
Âhıretde azâbdan kurtulur,
Dünyâda her işi, kolay olur.
Haşreyler, anı hem, Rabb-i celle,
Dünyâda, Resulü görenlerle.
Hilye-i Nebiyi, güç iken beyân,
Başlarız, ona oldukça imkân,
Sığınarak zülcelâle,
Vasfederiz âcizane.
İttifak etdi, bu sözde ümem,
Kırmızı beyazdı, Fahr-i âlem.
Mübarek yüzü, hâlis aka idi,
Gül gibi, kırmızımtırak idi.
İnci gibi, yüzündeki teri,
Pek hoş eylerdi, güzel cevheri.
Terleyince, O menba'ı sürür,
Dalgalanırdı sanki, bahr-i nur.
Görünürdü gözü, dâim sürmeli,
Kalbleri çekerdi, güzel gözleri.
Akı, beyaz idi gayetle,
Medh eyledi Rabbi, âyetle.
Siyahı anın, değildi ufak,
Bir idi ona, yakınla uzak.
Geniş, güzel ve latifdi gözü,
Nur saçardı hep, mübarek yüzü.
Kuvve-i bâsıra-i M üstafavi
Gece, gündüz gibi, olurdu kavi.
Bakmak arzu etseydi, bir yere,
Cism-i pâki de dönerdi bile.
Başa tâbi' ederdi cesedi,
Bunu terk etmemişdi ebedî.
Hem, cism idi, Resûl-i ekrem,
Yaraşır, rûh-i mücessem desem.
Güzel, hem sevimli idi Resul,
Hakka çok, sevgili idi Resul.
Mâlikle Ebû Hâle, söyledi,
Hilâl gibi, açık kaşlı idi.
İki kaşı arası, her zemân,
Gümüş gibi görünürdü, ayan.
Mübarek yüzü, az yuvarlakdı,
Derisi, berrak.hem de parlakdı.
Siyah kaşları mihrabı ânın,
Kıblesi idi, bütün cihanın.
Ortası, yüksekçe görünürdü,
Yandan bakınca, mübarek burnu.
Çok güzel idi, çekme ve latif,
Edemez gören, O'nu tam ta'rif.
Seyrek idi, dişlerinin arası,
Parlardı, sanki inci sırası.
Ön dişleri, etdikçe zuhur,
Her tarafı, kaplardı bir nur.
Gülse idi, iki cihan serverî,
Canlı cansız, her şeyin peygamberi.
Görünürdü ön dişleri, pek afîf,
Dolu dâneleri gibi, çok latif.
İbni Abbâs der, Habib-i Huda,
Gülmeğe, eyler idi istihyâ.
Hem hayasından O, dînin senedi,
Kahkaha etmedi derler, ebedî,
Nâzik, mahcûb idi, Resûl-i cenâb,
Dâim eyler idi, bakmağa hicâb.
Yüzü benzerdi, yuvarlak aya,
Zâtı aynaydı, yüce Mevlâya.
Nurlu idi hep, o vech-i hasen,
Bakılmazdı, tenevvüründen.
Gönüller aldı, o güzel Nebî,
Âşıkı oldu yüzbin sahâbî.
Bir kerrecik görenler, rü'yâda,
Dediler, böyle zevk yok, dünyâda.
Hem güzel yanakları, bileler,
Fazla etli değildi, diyeler.
Anın etmişdi, cenâb-ı Halık,
Severek, yüzün ak, alnın açık.
Boynunun nuru, ederdi her ân,
Saçları arasında, leme'an.
Mübarek sakalından, iyi bil,
Ağarmış di ancak, on yedi kıl.
Ne kıvırcıkdır, ne de uzun,
Her uzvu gibi idi, mevzun.
Gerden-i pâk-i Resûl-i âfak,
Gayet ak idi ve gayet berrak.
Eshâb içinden, çok ehl-i edeb.
Karnı, göğsiyle, birdi, dedi hep.
Açılsaydı, mübarek sinesi,
Feyz saçardı, ilim hazinesi.
Aşka olunca, mahall-i teşrif,
Başka olur mu, o sadr-ı şerif?
Mübarek sinesi, geniş idi,
İlm-i ledün, ona inmiş idi.
Ak ve berrakdı, o sadr-ı kebîr,
Sanırdı görenler, bedr-i münîr.
Ateş-i aşk-ı zât-ı ezelî,
Odlara yakmışdı, O güzeli.
Bilir elbet bunu, pir-ü civan,
Yassı kürekliydi, Fahr-i cihan.
Sırtı ortası hem, etli idi,
Kerem sahibi, devletli idi.
Gümüş teninde, letafet vardı,
İrice mühr-i nübüvvet vardı.
Sırtında idi, mühr-î nübüvvet,
Sağ tarafına yakındı, elbet.
Bildirdi bize, edenler ta'rîf,
Bir büyük ben idi, mühr-i şerif.
Rengi, sarıya yakın, karaydı,
Güvercin yumurtası kadardı.
Etrafına çevirmiş, sanki hatlar,
Birbirine bitişik, kılcağızlar.
Anlatanlar, O âlî nesebi,
Dedi, iri kemikliydi Nebî.
Her kemik iri, merdâne idi,
Sureti, sîreti şahaneydi.
Mübarek a'zâsının her biri,
Uygun yaratılmışdı hem, kavî.
Çok hoş idi, her uzvu ânın,
Ayetleri gibi, Kur'ânın.
Elleri ayası, O sultânın,
Ayakları altı, dahî ânın,
Geniş ve pak idi, nâzik mergûb,
Taze gül gibi, latîf ve mahbûb
Çok mevzun idi, der ehl-i nazar,
O kerametli, mübarek eller.
Selâm verseydi, birine eğer,
Tebessüm ederdi hep, Peygamber.
Bir iki gün, geçseydi aradan,
Hattâ uzasaydı da, bir aydan
Belli olurdu, hoş kokusundan,
O kimse, adamlar arasından.
Billur gibiydi, ten-i bîmûyu,
Nice medh edeyim, ol pehlûyu.
Dostu seyr etmek için, o şeri
Göz olmuşdu, bütün cism-i latif.
Kemâl üzereydi, nâzik teni,
Hallâk göstermişdi, hikmetini.
Yokdu, göğsünde, karnında asla,
Hiçbir kıl, sanki gümüş levha.
Göğsü ortasından aşağı yalnız,
Bir sıra kıl, dizilmişdi, hilâfsız.
Bu siyah hat, mübarek bedeninde,
Hoşdu, hâle gibi, ay çevresinde.
Bütün ömründe kalmışdı, keza,
Gençlikde gibi, mübarek a'zâ.
İlerledikçe, sinn-i Nebevi,
Tazelenirdi hep, gonca gibi.
Hem dahî, kâinatın sultânı,
Zan eyleme ki, ola pek yağlı,
Ne zaif, ne de pek etli idi,
Mu'tedil, hem pek kuvvetli idi.
Lâhmı, şahmı, dediler ehl-i derûn,
Birbirinden, ne ziyâdeydi, ne dûn.
Etmiş, ol beden sarayın üstâd,
Adl-ü dâd ile, esâsın bünyâd.
İ’tidâl üzere idi, pak teni,
Nura gark olmuşdu, bütün bedeni
Orta boylu idi, o Sidre mekân,
Ortalık, Onun ile buldu nizâm.
Seyreden, mu'cize-i kametini,
Dedi hep, medhedip hazretini.
Görmedik böyle, gül yüzlü güzel,
Boyu, hem huyu, hem yüzü güzel.
Orta boylu iken, Nebî,
Uzun kimseyle yürüseydi.
Ne kadar, uzun olsa idi, o er,
Yine yüksek görünürdü, peygamber.
Uzun boylu olandan O cevher,
Yüksek idi, el ayası kadar.
Bir yola gitseydi, izzetle,
Hızlı yürür idi, gayetle.
Deriz, vasf-ı şerifinde yine,
Yürürken, eğilirdi önüne.
Ya'ni, bir yokuşdan iner gibi,
Dâim önüne, az eğilirdi.
Şanlı, şerefli idi, o Celîl,
İftihar eylerdi, rûh-ı Halil.
Bir Zâtı ki, murâd ede Huda,
Her a'zâsı, olur elbet a'la.
Yolda giderken, eğer bir kimse,
Ansızın, Resûlullahı görse
Korku düşerdi, kalbine ânın
Yüksekliğinden, Resûlullahın.
Hem de biri, Nebî ile, müdâm,
Sohbet ederek, söylese kelâm,
Sözlerindeki lezzet ile, ol,
Kul olurdu, kabul etse Resul.
Etmişdi Onu, Hallâk-ı ezel,
Hüsn-i ahlâkla, bî misl-ü bedel.
Ya Resûlallah! gücüm yok medhine,
Yaratıldık hep, senin hürmetine.
Hâsılı, ey Şâh-ı iklîm-i vefa,
Sana canım da feda, herşey feda!
Sevgili Peygamberimizin Görünüşü
(Peygamberimizin görünüşü)
Eshâbına nasihatdan sonra
Fahr-i âlem dedi, benden sonra,
Hilye-i pâkimi, görse biri
Olur o, yüzümü görmüş gibi,
Gördükde, hubbu hâsıl olsa,
Ya'nî hüsnüme âşık olsa,
Beni görmeği etse arzu
Kalbi, sevgimle olsa dolu.
Cehennem olur, ona haram,
Rabbim, Cenneti eder ikram,
Dahî, hasretmez çıplak ânı Hak,
Olur gufranına, Hakkın mülhak.
Denildi ki, hilye-i Resûli,
Severek yazsa, birinin eli
Eder Hak, onu korkudan emîn,
Belâ ile dolsa, rûy-i zemin,
Hastalık görmez, dünyâda teni,
Ağrı çekmez hiç, bütün bedeni.
Günâh etmiş ise de, bu adam,
Cehennem cismine, olur haram,
Âhıretde azâbdan kurtulur,
Dünyâda her işi, kolay olur.
Haşreyler, anı hem, Rabb-i celle,
Dünyâda, Resulü görenlerle.
Hilye-i Nebiyi, güç iken beyân,
Başlarız, ona oldukça imkân,
Sığınarak zülcelâle,
Vasfederiz âcizane.
İttifak etdi, bu sözde ümem,
Kırmızı beyazdı, Fahr-i âlem.
Mübarek yüzü, hâlis aka idi,
Gül gibi, kırmızımtırak idi.
İnci gibi, yüzündeki teri,
Pek hoş eylerdi, güzel cevheri.
Terleyince, O menba'ı sürür,
Dalgalanırdı sanki, bahr-i nur.
Görünürdü gözü, dâim sürmeli,
Kalbleri çekerdi, güzel gözleri.
Akı, beyaz idi gayetle,
Medh eyledi Rabbi, âyetle.
Siyahı anın, değildi ufak,
Bir idi ona, yakınla uzak.
Geniş, güzel ve latifdi gözü,
Nur saçardı hep, mübarek yüzü.
Kuvve-i bâsıra-i M üstafavi
Gece, gündüz gibi, olurdu kavi.
Bakmak arzu etseydi, bir yere,
Cism-i pâki de dönerdi bile.
Başa tâbi' ederdi cesedi,
Bunu terk etmemişdi ebedî.
Hem, cism idi, Resûl-i ekrem,
Yaraşır, rûh-i mücessem desem.
Güzel, hem sevimli idi Resul,
Hakka çok, sevgili idi Resul.
Mâlikle Ebû Hâle, söyledi,
Hilâl gibi, açık kaşlı idi.
İki kaşı arası, her zemân,
Gümüş gibi görünürdü, ayan.
Mübarek yüzü, az yuvarlakdı,
Derisi, berrak.hem de parlakdı.
Siyah kaşları mihrabı ânın,
Kıblesi idi, bütün cihanın.
Ortası, yüksekçe görünürdü,
Yandan bakınca, mübarek burnu.
Çok güzel idi, çekme ve latif,
Edemez gören, O'nu tam ta'rif.
Seyrek idi, dişlerinin arası,
Parlardı, sanki inci sırası.
Ön dişleri, etdikçe zuhur,
Her tarafı, kaplardı bir nur.
Gülse idi, iki cihan serverî,
Canlı cansız, her şeyin peygamberi.
Görünürdü ön dişleri, pek afîf,
Dolu dâneleri gibi, çok latif.
İbni Abbâs der, Habib-i Huda,
Gülmeğe, eyler idi istihyâ.
Hem hayasından O, dînin senedi,
Kahkaha etmedi derler, ebedî,
Nâzik, mahcûb idi, Resûl-i cenâb,
Dâim eyler idi, bakmağa hicâb.
Yüzü benzerdi, yuvarlak aya,
Zâtı aynaydı, yüce Mevlâya.
Nurlu idi hep, o vech-i hasen,
Bakılmazdı, tenevvüründen.
Gönüller aldı, o güzel Nebî,
Âşıkı oldu yüzbin sahâbî.
Bir kerrecik görenler, rü'yâda,
Dediler, böyle zevk yok, dünyâda.
Hem güzel yanakları, bileler,
Fazla etli değildi, diyeler.
Anın etmişdi, cenâb-ı Halık,
Severek, yüzün ak, alnın açık.
Boynunun nuru, ederdi her ân,
Saçları arasında, leme'an.
Mübarek sakalından, iyi bil,
Ağarmış di ancak, on yedi kıl.
Ne kıvırcıkdır, ne de uzun,
Her uzvu gibi idi, mevzun.
Gerden-i pâk-i Resûl-i âfak,
Gayet ak idi ve gayet berrak.
Eshâb içinden, çok ehl-i edeb.
Karnı, göğsiyle, birdi, dedi hep.
Açılsaydı, mübarek sinesi,
Feyz saçardı, ilim hazinesi.
Aşka olunca, mahall-i teşrif,
Başka olur mu, o sadr-ı şerif?
Mübarek sinesi, geniş idi,
İlm-i ledün, ona inmiş idi.
Ak ve berrakdı, o sadr-ı kebîr,
Sanırdı görenler, bedr-i münîr.
Ateş-i aşk-ı zât-ı ezelî,
Odlara yakmışdı, O güzeli.
Bilir elbet bunu, pir-ü civan,
Yassı kürekliydi, Fahr-i cihan.
Sırtı ortası hem, etli idi,
Kerem sahibi, devletli idi.
Gümüş teninde, letafet vardı,
İrice mühr-i nübüvvet vardı.
Sırtında idi, mühr-î nübüvvet,
Sağ tarafına yakındı, elbet.
Bildirdi bize, edenler ta'rîf,
Bir büyük ben idi, mühr-i şerif.
Rengi, sarıya yakın, karaydı,
Güvercin yumurtası kadardı.
Etrafına çevirmiş, sanki hatlar,
Birbirine bitişik, kılcağızlar.
Anlatanlar, O âlî nesebi,
Dedi, iri kemikliydi Nebî.
Her kemik iri, merdâne idi,
Sureti, sîreti şahaneydi.
Mübarek a'zâsının her biri,
Uygun yaratılmışdı hem, kavî.
Çok hoş idi, her uzvu ânın,
Ayetleri gibi, Kur'ânın.
Elleri ayası, O sultânın,
Ayakları altı, dahî ânın,
Geniş ve pak idi, nâzik mergûb,
Taze gül gibi, latîf ve mahbûb
Çok mevzun idi, der ehl-i nazar,
O kerametli, mübarek eller.
Selâm verseydi, birine eğer,
Tebessüm ederdi hep, Peygamber.
Bir iki gün, geçseydi aradan,
Hattâ uzasaydı da, bir aydan
Belli olurdu, hoş kokusundan,
O kimse, adamlar arasından.
Billur gibiydi, ten-i bîmûyu,
Nice medh edeyim, ol pehlûyu.
Dostu seyr etmek için, o şeri
Göz olmuşdu, bütün cism-i latif.
Kemâl üzereydi, nâzik teni,
Hallâk göstermişdi, hikmetini.
Yokdu, göğsünde, karnında asla,
Hiçbir kıl, sanki gümüş levha.
Göğsü ortasından aşağı yalnız,
Bir sıra kıl, dizilmişdi, hilâfsız.
Bu siyah hat, mübarek bedeninde,
Hoşdu, hâle gibi, ay çevresinde.
Bütün ömründe kalmışdı, keza,
Gençlikde gibi, mübarek a'zâ.
İlerledikçe, sinn-i Nebevi,
Tazelenirdi hep, gonca gibi.
Hem dahî, kâinatın sultânı,
Zan eyleme ki, ola pek yağlı,
Ne zaif, ne de pek etli idi,
Mu'tedil, hem pek kuvvetli idi.
Lâhmı, şahmı, dediler ehl-i derûn,
Birbirinden, ne ziyâdeydi, ne dûn.
Etmiş, ol beden sarayın üstâd,
Adl-ü dâd ile, esâsın bünyâd.
İ’tidâl üzere idi, pak teni,
Nura gark olmuşdu, bütün bedeni
Orta boylu idi, o Sidre mekân,
Ortalık, Onun ile buldu nizâm.
Seyreden, mu'cize-i kametini,
Dedi hep, medhedip hazretini.
Görmedik böyle, gül yüzlü güzel,
Boyu, hem huyu, hem yüzü güzel.
Orta boylu iken, Nebî,
Uzun kimseyle yürüseydi.
Ne kadar, uzun olsa idi, o er,
Yine yüksek görünürdü, peygamber.
Uzun boylu olandan O cevher,
Yüksek idi, el ayası kadar.
Bir yola gitseydi, izzetle,
Hızlı yürür idi, gayetle.
Deriz, vasf-ı şerifinde yine,
Yürürken, eğilirdi önüne.
Ya'ni, bir yokuşdan iner gibi,
Dâim önüne, az eğilirdi.
Şanlı, şerefli idi, o Celîl,
İftihar eylerdi, rûh-ı Halil.
Bir Zâtı ki, murâd ede Huda,
Her a'zâsı, olur elbet a'la.
Yolda giderken, eğer bir kimse,
Ansızın, Resûlullahı görse
Korku düşerdi, kalbine ânın
Yüksekliğinden, Resûlullahın.
Hem de biri, Nebî ile, müdâm,
Sohbet ederek, söylese kelâm,
Sözlerindeki lezzet ile, ol,
Kul olurdu, kabul etse Resul.
Etmişdi Onu, Hallâk-ı ezel,
Hüsn-i ahlâkla, bî misl-ü bedel.
Ya Resûlallah! gücüm yok medhine,
Yaratıldık hep, senin hürmetine.
Hâsılı, ey Şâh-ı iklîm-i vefa,
Sana canım da feda, herşey feda!
Kaynak : Çocuk Pınarı